Google
 

Donnerstag, Februar 23, 2006

MUHACİR GÜRCÜLER (ÇVENEBUREBİ-KARTVELEBİ)*

1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’na hep, yenilen ve yenen gözüyle bakılmış, kimse orada ezilen insanların o dönemdeki durumlarını dikkate almamıştır. Bu açıdan Prof. Dr. Şuşana Putkaradze’nin “Çveneburebis Kartuli” (Bizimkilerin Gürcücesi) adlı 726 sayfalık, Türkiye Gürcülerinin dili üzerinde araştırmalarını verdiği birinci kitabın, “Muhacire Kartvelebi (Muhacir Gürcüler) bölümünün göç dönemiyle ilgili kısımları ilgi çekicidir.


Muhacir Gürcüler tamlaması, Gürcüce de 19 ncu yüzyılın son çeyreğinde Gürcüstan’dan Türkiye’ye göçen Gürcüleri ifade etmek amacıyla kullanılmaya başlanmıştır. Muhacir Gürcüler ise kendilerine ‘Çveneburi’ derler. Göçün oldukça karışık bir tarihi vardır. İlk olarak 1828-1829 yıllarındaki Osmanlı-Rus Savaşı’nın bitiminde Mesheti’den başlamıştır.


1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşını izleyen yılarda ise daha geniş bir alana yayılmıştır. Bilindiği üzere Berlin Kongresinin sonucunda eskiden Osmanlı egemenliğinde yaşayan İslamlaşmış halka seçme hakkı verilmiştir. Ya Rusya topraklarında yaşayacak, yada Osmanlı topraklarına göçeceklerdi. Rusya ve Osmanlı arasında 27 Ocak 1879 tarihinde İstanbul’da yapılan antlaşma ile muhacirliğin resmi süresi yasallaşmış oldu. Antlaşmaya göre 3 Şubat 1879 tarihinden 3 Şubat 1882 tarihine kadar olan göç süresi daha sonra 1884 yılına kadar uzatılmıştır. Bu süreç izleyen yıllarda son bulmamış, hemen hemen 1921 yılına dek sürmüştür.


Muhacirlik Gürcü halkının tarihindeki en ağır trajedisidir. Göçün tarihsel yukarı Kartli dolaylarında yol açtığı zararı ne bir istila, ne de bir barbarlık yıkımı gerçekleştirmemiştir. En eski Gürcü toprağı boşalmıştır. Bu topraklar arasında Kola-Artaani-Şavşeti-Kalarceti-Livana-Murğuli-Maçahel-Tao-Acara-Kobuleti sayılabilir. Arşivlerden edinilen bilgilere göre Kobuleti’den 1879 yılı göçünden sonra 2000 kadar nüfustan 500’ü kalmış. Hulo yakınındaki köyler tamamen viran olmuş ve terk edilmiştir. Hiçbir yerinde tek bir canın bile kalmadığı köyler vardır. Örneğin; Kvirike köyü – Kobuleti’de, Arsenauli – Keda’da, Ereguna köyü – Murğuli’de.


Göç yüzünden vatanını terk edenlerin sayıları hakkında kesin bilgiler korunmamıştır. 1891-1893 yıllarında ünlü halk adamı Z.Çiçinadze bu göç sırasında göçenlerin sayısı ile ilgili bilgi topluyordu. Bu bilgiler ışığında içerisinde en azından 5-10 hane gitmeyen köyün olmadığını , büyükçe köylerden ise 40-50-100 hanenin göçtüğünü söyleyebiliriz. Örneğin “Alanbri’den 100 hane, Hutsubni’den ve Tsakauraki’den 50 şer hane Çakvi kasabasından 40 hane, bütün Kobuleti’den 7000 haneden fazla göç olmuştur.


MERİSİ topluluğundan 600 hane göçmüş, 100 hane kalmıştır. Yukarı ve Aşağı Acara’da bu yıllarda 4000 haneden fazla göç vermiştir. Üstelik Z. Çiçinadze bu bilgileri Batum Müftüsü Hasan Gverdadze Efendi’den almıştır. Bu bilgiler ışığında Z.Çiçinadze Osmanlı’ya göçenlerin sayısının milyona ulaştığını saptamaktadır.

İtalyan Evgeni Dalecio Gürcüstan’dan Osmanlı’ya göçen Gürcüler hakkındaki 1920 yılı araştırma bilgilerini bizlere ulaştırmaktadır. Dalecio, “Gürcüler İstanbul’da” adlı kitabında “Büyük Güç, (dergide baskı hatası olduğunu zannediyorum, doğrusu Büyük Göç olmalı!) Gürcü Müslümanlar İstanbul’da yaşıyorlar. Osmanlı’daki Gürcü Müslümanların artışı 1877-1878 savaşı zamanında Batum ve Batum’un sınır vilayetlerinde yapılan göçe dayanır. Bunlara şimdiki savaşın mültecileri de eklenmiştir.” diyor.


Trabzon-Rum komitesinin tanımıyla, Pontus içerisinde kesinlikle 53.380 Gürcü vardı. Başka bir tanımlamada da Samsun ve Tokat yörelerinde Gürcülerin imar ettiği 64 kent veya köy mevcuttu. Tahmini nüfusları da 140 000 civarındaydı. Burada Lazların Gürcülerden ayrı tutulmaması ilginçtir. Bunların dışında kalan Müslümanların bir kısmı İstanbul’da ve yakın kuzeydoğusunda, Marmara denizi civarında, İzmit ve Adapazarı illerinde ve güneyde Bursa’da yaşamaktaydı. Gürcü köyleri ile Klikya’da Halep yolu üzerinde de karşılaşılır.


Karadeniz kıyı bölgelerinde yaşayan Gürcü Müslümanların sayısını bunların sayısına eklersek bu rakam 300-400 bine çıkar. Türk Kurtuluş Savaşında İzmit ve Adapazarı illerinden seferberliğe çağrılanların dışında, 7000 Gürcü gönüllü savaşa katılmıştır.


Yurttan göçenlerin sayısı daha fazla olabilirdi. Fakat yolculuğa hazırlanan insanları olumlu etkileyen yerel ileri gelenler, düşünürler, din adamları ve bazı beyler mevcuttu. Bunların arasında ;

DEVAMI AŞAĞIDA....

Keda Müftüsü Ahmet HALİPAŞVİLİ

Hulo kasabası kadısı Nuri BERİDZE

Müftü Loman KATSİVADZE (Enderun Alimi)

Hüseyin ABAŞİDZE

Nuru HİMŞİYAŞİVİLİ

Şerip HİMŞİYAŞİVİLİ

Tevpik ATABEGİ

Dursun TAVDGİRİDZE

Tupan ŞARVAZİDZE

Ahmet HALVAŞI sayılabilir.


20 nci yüzyılın ilk çeyreğinde Acara sakinlerinin hakiki reh9beri ve güvenilir hamisi olarak Mehmed Abaşidze Bey’i görüyoruz. O, vatani görevini yorulmaz kalemiyle gerçekleştirdi. Politik ve ekonomik imkansızlıklarla esaret içindeki kardeşlerini istikbalini düzeltmeye, onlarda milli bilinci uyundurmaya çalıştı. Mehmed Abaşidze Beyin’in rolü , ilk emperyalist savaş döneminde Acara’dan Türkiye’nin iç bölgelerine yerleşmek için sıralanmış ahalinin çaresizliğinin , her zaman vatan toprağında birleşmede çözüleceği fikrini dile getirmesi çerçevesinde değerlendirilmelidir. O büyüklüğü ve kariyeri başka bir soyadının büyüklüğü için yabancı topraklarda aramıyor, halkı için çırpınıyor ve gerçek mutluluğu vatan toprağının sevgisinde görüyordu.


O dönemdeki yaşamın ağır şartlarıyla ümitsizliğe düşen Acara ahalisi çaresizlik içinde önderinin peşinden gidiyordu. Yaşam ve köklenme ancak Gürcüstan Ana’nın bağrına sımsıkı sarılmak olabilirdi.


Mehmet Abaşidze özellikle “Oracba” gazetesinde 2 Ekim 1879’da yayımlanan “Acara’dan Mektup” adlı yazısında Loman Kartsivadze Efendi’nin yurt sever tutumları üzerinde bilgiler vermiştir. “Zeki, bilgili ve halk içinde büyük bir nüfuza sahip olan Loman Efendi yukarı Acara ahalisindendir. Acaralılar yerleşebilecekleri alanları saptamak için Osmanlıya seçilmiş kişiler göndermişlerdir. Loman Efendi de bu seçilmiş kişiler arasında yer almıştır. Yolculuktan döndüğünde, edindiği bilgileri de topluluğa (Keda’da toplantı yapılmıştır. Bütün Acara temsilcileri de bu toplantıda hazır bulunmuştur.) hitaben “ Bir çok yer gezdim fakat bizim vatanımız gibi bezeli ve yaradılışımıza uygun hiçbir yerle karşılaşmadım. Ayrıca İslam inancı yalnız bizde kalmış. Hiçbir yerde dini bizim kadar temiz ve azizce kimse uygulamıyor. Bu yönden size göçmenizi önermiyorum.” demiştir. Loman Efendi’nin bu sözlerini tartışan, yolculuk taraftarı bir çok insan evinden barkından uzaklaşmaktan vazgeçmiştir. İ. Çavçavadze, G. Orbeliani, G. Gurieli, S. Meshi, N. Nikoladze, G. Tzereteli, T. Sohokia, N. Mepişaşvili, (Yukarı Acara Yöneticisi) ve adını sayamayacağımız bir çoğu Gürcü halkının önderi olan nice değerli kişi, kalbi kırık insanları umutlandırıyor, koruyor ve yardımcı oluyorlardı.


Ulusal literatürde muhacirlik tarihinin önemli bir yeri vardır. 1877-1878 Osmanlı Rus savaşının sonrasında bölge nüfusunun düştüğü ağır ekonomik ve sosyal şartlar, Gürcüstan’a iade olunan yörelerde Rus idarecilerin barbarca tutumları ve Müslüman Gürcülerin dini fanatizmi göçün asıl kışkırtıcı sebepleri arasında kabul edilmiştir.


İncelemecilerin bir bölümü muhacirliğin başlamasına asıl olarak, dini fanatizmin rolünü yüklüyor. Fakat İ. Çavçavadze, G. Orbeliani, S. Meshi, N. Nikoladze ve G. Tzereteli göçün temel sebebi olarak yönetici çemberinin yerel nüfusa yönelik barbarca tutumlarını göstermektedirler. Onlara göre yalnızca dini fanatizm eksik rol oynuyordu. Kafkas ordusu baş komutanlığı vekili G.Orbeliani’nin “Sivas Topol Minski” adlı eserinde yazdıkları bu açıdan ilgi çekicidir.


“Göç Osmanlı’ya Acara ve Kars’tan uzuyor, farklı inanca sahip insanların Rus egemenliğinden kaçışı hakkında ne söylenebilir? Kırım boşaldı Çerkezler Kuba’dan 200.000’den (iki yüz bin) fazla göç verdiler. Şimdi Kars ve Acara insanları kaçıyor. Herkes bu fanatizmle hareket ederse çözüme nasıl ulaşılabilir. Göç dine sahip çıkmaktan kaynaklanmamalı. İnsanlar mutlaka öncelikle barış içinde rahat bir yaşayış arıyor olmalı ve doğru kanunları seçmeliler. Hangi dilde yazılmış olursa olsun.”


Gerçekten Rus yöneticilerin idareyi ele alışlarının ilk günlerinde ahalinin sıkıntıda olmadığı zamanlarda vardı. Kimse bu dönemde Osmanlıya göçü olası görmüyordu. Ancak üzücüdür ki yönetici çemberi göç için gerekli ortamı hazırlıyordu. Sivas Topol Minsk Nutkundan; “Batum vilayetinin alınmasıyla Rusya, Kafkasya sınırlarının en önemli ve tehlikeli bölgesinde doğal gücünü kazandı. Orada savaşçılar vardı ve kısmen boyun eğmiş ahaliden Türkiye ile dinle bağlantılı olanlar bu sebeple kale içinde ki tehlikeli unsur olarak kabul edilirler, orada bulunmamalıdırlar. Yerel ahali boşaltılmalıdır.” İfadesinden halkın ya asimile edilmesini yada göçmesini açıkça istediklerini görüyoruz.
DEVAMI AŞAĞIDA...

Fakat bu durum ileride Rusya’nın işçi sıkıntısı çekmesine davetiye çıkarabilirdi. Nitekim bu göç isteğiyle “Rusya 20-30 bin insanı kaybederdi ama savaşlarda tecrübe kazanmış halk yerinde kalırsa bir ümitle Rusya’ya destek olur ve Rus sınırını kendi vatan toprağıymış gibi koruyabilirdi.” Bunun dışında Batum Askeri Üssü General’i Kamarov, Steponov gibi bir çok kişi göçü destekliyor, ahaliyi yıldırıyorlardı.


Rus krallığı yeni borçlarının karşılığını yönetimi altına aldığı bölge halkından toplamaya başladı. N. Gikoladze; “Halktan daha savaş yaralarını sarıp ayağa kalkmadan altından on manete kadar vergi vermeleri istendi. Bu vergiyi toplamak içinse herkese kaba metotlar uygulanıyordu.” diyor ve halkın hiddetine bir sebepte bunu gösteriyordu.


İlia Çavçavadze, “İç İnceleme” yazısında Acara ve Kobuleti’nin (Çürüksu) başına gelenlerin gerçek yüzünü betimliyor: “Kader, Acara ve Kobuleti’yi savaş meydanı yaptı. Çarpışan Rus ve Osmanlı orduları elbette halkın iyiliği için burada durmuyorlardı. Halk, kendi topraklarındaki ordulardan hangisinin tarafında olması gerektiğini bilemiyordu. Kimin eline düşecekleri meçhuldü. Ne Rusya’nın ne Osmanlı’nın halkın saadetini düşünmedikleri açıktır. Bu topraklarda (Acara ve Kobuleti) savaştan dolayı sefalet hüküm sürmeye başladı. Köylerin ormanları ve düzlükleri yandı. Yaşananlardan ızdıraba düşen halk göçü yeğledi. Göçerken elinde kalanlarıda götürmesi imkansızdı. Yaşananlar; bolluk içindeyken tohumsuz kalmak, sonra ölüm ve kandı.


Bu durum karşısında üzüntüye Çavçavadze’nin diledikleri vardı. Yönetimden ve Gürcü halkından teselli arayan kardeşlerine yardım eli uzatmalıydı. “ Ey Gürcüler, … Kardeşlerine elini uzat. Onlar bu güne dek senin için kayıptılar ve onlar artık sana geldiler. Nasıl dayanabilirler bu şartlara; parayla mı, aşla mı, giysiyle mi? : kardeşliğin, birbirinin iyiliğini arzulamak ve dayanışmak olduğunu gösterelim. İşte böyle bir kardeşlikte düzelir kaderimiz, bu kardeşlik mutluluğumuzun tomurcuğunu oluşturmalıdır… Kimsesizleriz diyoruz, ancak yer yüzünde yalnız kimsesiz bilir sıkıntıdayken iyiliğin ve dayanışmanın ne olduğunu.”


Çavçavadze’nin bunları temenni ettiği dönemde Gürcüstan henüz maddi ve manevi gücüne kavuşamamıştı ki; bu vatan evladının arzularını dinleyip kalbine götürse ve kardeşleri için bir lokma çıkarıp verseydi. Bir miktar yardım sağlanmaya çalışılıyorduysada bunlar henüz deniz de bir damla misaliydi. Hissedilemeyecek miktardaki bu yardımlar göçü reddetmeye sebep olamadı ve kaçış başladı. Bu yardımlar sıkça ve zaman kaybetmeden halka ulaştırılamıyordu. Çaresiz halk Gürcüstan Ana’dan özel bir ilgi istiyordu, sosyal ve ekonomik sınırları daralmış bu binlerce yoksulun düşman telkinleriylede zihinleri bulanmıştı.


S. Meshi yıllardır ayrı oldukları kardeşleri ile diğer Gürcülerin kavuştuklarında yaşadıkları duygu ve düşünceleri doğrulukla yazıyordu : “ Herkes hatırlıyor, kayıp kardeşlerini bulduklarında yaşadıkları sevinci, mutluluğu ve memnuniyeti. Zaman içinde birçok sıkıntı yaşandı; açlık, susuzluk, çıplaklık ve soğuk geçirdiler kardeşlerimiz. Çoğu bu sebeplerde ata vatanını terk etti ve Osmanlı’ya göçtü. Bu dönemde gerekli yardımı yapamadık. İlk sevincin ardından kardeşlerimize vazifemizi unuttuk. Onlarla her şeyi paylaşmalıydık. Halkımıza gerçekten kardeş gözüyle baktığımızı, onlar için endişe duyduğumuzu onların iyilik ve mutluluğun arzuladığımızı hiçbir olayla ispat edemedik. Artık Osmanlı’ya gidiyorlar. Bunda hayret edilecek bir şey yok” diyordu…


İade edilen topraklarda düzen kurulamadı. Gürcüler arasında milli duygular zayıflamış, hatta kopmuş insanlar vardı. Gürcüstan’a yeni katılmış topraklardaki halka farklı gözle bakmaya başladılar. Onları “Tatar” olarak adlandırdılar. Uzun süredir Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan bu insanların adı her zaman Gürcü idi. Ana dilleri tartışmasız Gürcüce idi. Osmanlılar dahi onları farklı bir adla değil Gürcü olarak kabul etmişlerdi. Düşman, “ Siz Tatarsınız ve Tataristan’da yerleşmeniz gerek” diyordu.


M.Abaşidze “Ruslar 1879 yılında ilk büyük göç döneminde Kobuleti (Çürüksu), Çakvi ve Batumi’nin çeşitli mahallelerinden göçen yerliler (Gürcüler) Osmanlı’da açtıkları ormanlara yeni yerleşim yerleri kurmaya çalışırken, Ruslar buralara yazlık evler yapıyorlardı.


Acara halkının bir bölümü bilinmeyen diyarlara gidiyordu. Kraliyet, yerel idarecilerin barbarca tutumlarından yararlanıyordu. Yerli halk kaybediyordu. Uzun yıllar savaş, açlık ve ıstıraplar sürdü. Ahali yaşamını kurtarmaya mecburdu. M. Abaşidze şöyle diyordu yazılarında : “ Büyük bir zülüm bekliyordu halkımızı. Uzun yıllar yabancılarca yönetildik. Ağır işkenceler gördük. 1915 yıllarda üzerimize ateş ve kılıçla yöneldiler. Yurdumuzdan kovulduk, bazı kardeşlerimizin de yaban ellerde çıktı canı. Boşalan sevgili topraklarımıza Kazaklar yerleştirildi.”


Acara ahalisi bu süre boyunca yaşamını sürdüre bilmek için son derece ağır şartlarda mücadele ediyordu… Vatanımızı ateşe ve kılıca verdiler. Halkımız bezgindi. Halk toplandı evini, barkını, eşyasını sırtına aldı ve o korkunç karda ve kışta eşi ve çocuğuyla yabancı illere göçtü. Çoğu yolda, soğuk ve açlıktan can verdi. Mezarları yabancı bölgelere kazıldı. Istırap içinde yaşamış kardeşlerimizin böyle mezarları çoktu Osmanlı’da.


M.Abaşidze “Acara 1919 yılında savaş sonrası bir ada gibiydi. Herkes ona tırmanıyor ve onu yutmaya çalışıyordu. Böyle dara düşmüş zamanımızda kimse bize yardım etmiyordu, Gürcüstan’ın dışında. Onlar çıkarsız ve mecburlaşmış gibi her zaman bizi batmaktan kurtarmaya çalışıyorlardı. Biz hem Müslüman hem de Gürcüleriz. Gürcüstan’ı öz oğullarıyız. Bilmemiz gerek ki Gürcüstan dışında kurtarıcımız yoktur. Hatırlayın, bir zamanlar bizler ateş ve kılıç altında eziliyorduk. Bizim yardımcılarımız ancak bizim kardeşlerimiz olmuşlardır. Bunlar Gürcü Hıristiyanlardı. Her şeyi iyice gözden geçirin ve gelecek yaşamınız hakkındaki kararınızı öyle verin. Unutmayın ki; tarihimize ve zürriyetinize ilk cevap verecek olanlar sizlersiniz.”


Gürcü halkının tarihi kayıtlarında gözyaşı ve ah ile yazılmış olan muhacirliğin tarihi bu günde kalbimizi ıstırapla doldurur ve düşündürür, vatanımız için sonsuza dek kaybolan o yüzbinlerce Gürcü’nün kaderini. Onlar gözleri arkada kalarak, gözü yaşlı bir şekilde uzaklaştılar atavatanlarından.


O dönemdeki Gürcü basını sistemli bir şeklide göç üzerine yazılar yayınlıyordu. Özellikle ve çoğunluklada Kavkaz’da, Galos’ta, Droeba’da ve İveria’da karşımıza çıkıyordu bu yazılar. Bu gazetelerdeki yazılar bizlere, insanların ev barklarını bırakışlarını ve yaban ellere yolculuklarının nasıl ağır koşullarda gerçekleştirildiğini anlatıyorlardı. Ellerinde ne varsa; tüm malları, toprakları çok ucuza alınabilirdi. Çünkü nakliye güçlükle sağlanıyordu. Batum’da, Osmanlı’ya gidebilmek için aylarca gemi bekliyorlardı. Bu bekleyiş de bazılarının parası bitiyordu. Geri dönüş imkansızdı, ev bark satılmıştı. Bu halde gözü yaşlı, kendilerinden olanlarla vedalaşıyorlardı ve oraya gidiyorlardı. Hepsini ortak dileği daha iyi bir yaşamdı.


Osmanlı Hükümeti, Gürcüstan’dan (Batum ve Kars illerinden) en az yarım milyon civarında Gürcü mülteci almıştır. 1879 sonunda Rus yönetimi hareket halinde olan güçlere tesir ederek muhacirlerin geri dönmeleri için emir verdi. Dönüş yıllarında çok az sayıdaki insanın geri döndüğü görülür. Güvensizlikten dolayı vatan özlemi çeken çok sayıda insan yerleştirildikleri yerde kalıyor geri dönmüyorlardı. Resmi verilere göre 15 bin Abhaz kökenli geri dönmüştür. Ancak geri dönen Gürcüler hakkında bilgiler bulunmamaktadır.



* Prof. Dr. Şuşana Putkaradze’nin “Çveneburebis Kartuli” adlı kitabının “Muhacire Kartvelebi” bölümünden Fevzi Çelebi’nin yaptığı çevirinin Ocak-Mart 1998 Sayı:27 tarihli Çveneburi Dergisinde yayımlanan makalesi.

Keine Kommentare: